Jaja giderken

Bu sabah Jaja’nın 5 milyon euro bonservis bedeliyle Arap Yarımadasının yolunu tuttuğunu öğrendim. Futbol dışında oldukça problemli bir isim olsa da geçen sezon en keyif alarak izlediğim isimdi. Hatta zaman zaman Muzo’ya şu adam sezon sonu Trabzon’la sıkıntı yaşarsa Galatasaray’a gelsin, zaten İstanbul’u da seviyor ben problemlerini bizzat çözerim Bilica’dan uzak tutarım diye dalga geçiyordum. Tabii futbol dışında bu kafayla İstanbul’a gelseydi Fatih hocadan büyük dayak yerdi o da ayrı;)

Şenol hoca gibi uzlaşmacı ve oyuncuların problemlerine onlar açısından bakabilen bir isim bile Jaja gibi çok çok yetenekli, tek başına maçın kaderini etkileyen bir ismi hiç düşünmeden yolluyorsa ciddi sıkıntılar söz konusuydu demektir. Yerine pozisyon olarak değil ama kontenjan için Romaric düşünülüyormuş. Yalnız o da az arıza adam değildir. Hatta Sevilla’da Zokora ile beraber ceza almışlıkları bile vardır. Gelen gideni aratmasın aman dikkat.

Aguero nereye?

“Milli takım kampında Messi bile devamlı hangi takımda oynayacağımı soruyor ama gerçekten bilmiyorum. Copa America sonrası belli olunca ilk ona söyleyeceğim.”

Kun Aguero

Bu arada Almanya’da bir röportaj veren Mesut Özil, eğer Aguero gelirse yeni sezonda 10 numaralı formayı onun giymesi gerektiğini kendisinin 6 numarayı giyeceğini söylemiş. Mesut geçen sezon 23 numaralı formayı giyiyordu.

Bebe

Henüz resmen açıklanmasa da Beşiktaş’ın Manchester United’tan Bebe’yi satın alma opsiyonuyla kiraladığı söyleniyor.

Şahsen Bebe’yi hiç izlemedim. Carlos Queiroz’un referansıyla geldiği United’ta pek şans da bulamadı. Bildiğim tek şey 7.4 milyon pounda İngiltere’ye transfer olmadan önce sadece 45 dakika Vitoria de Guimaraes forması giydiği ondan önce de 3. ligde oynadığı. Bir de evsizler dünya kupasında oynamış olması ve yıllarca yetimhanelerde yaşamış olması işin enteresan tarafı.

İngiltere’ye transferinde menajer kazığı olarak adlandırılan ve çokca dalga geçilen Bebe, artık Spor Toto Süper Ligde. O menajer kim diye soracak olursanız bu tranferi de bağlayan Jorge Mendes ismine pek de şaşırmazsınız heralde…

Tekrarlıyorum futbolculuğunu hiç bilmiorum. İzlemedim. Umarım atacağı ve attıracağı gollerle Beşiktaş’a katkı sağlar, boş boş bir sezon gelip turistik takılan yabancılardan olmaz.

Neuer için arabulucu

Bayern Munich taraftarının bir kısmı Schalke’den transfer edilen muhteşem kaleci Manuel Neuer’den nefret ediyor. Sezon içinde defalarca Neuer’i istemediklerini belirten pankartlar açıp tezahüratlar yaptılar biz de burada paylaştık. Ancak bunların hiç biri Bayern yönetiminin Neuer’i transfer etmesine engel olamadı.

Yeni sezon başlayınca ne olacak, Neuer’e tepkiler devam edecek mi derken Bayern yönetimi işi erkenden sıkı tutmuş ve profesyonel arabulucu Wolfgang Salewski’yi göreve getirmiş. Salewski Bayern yönetimini, teknik ekibi, Neuer’i ve kendisini protesto eden gruptan önde gelen 10 kişiyi bir araya getirerek aradaki problemleri çözecekmiş.

Arabulucu Salewski bugüne kadar 60 rehinenin kurtarılmasına yardımcı olmuş. Aynı zamanda bazı politikacılara danışmanlık yapıyormuş.

Arabulucu amcanın işine kariyerine saygım sonsuz da şu Neuer-taraftar barışmasını, bir bayram akşamı rakı masasında ben de çözerdim be. Bayram günü küslük olmaz hadi öpüşün barışın, kafalar da kıyak zaten…

Koan Neuer! Nedir bu Neuer nefreti?

Newsweek Barcelona

Amerika’da ortalama 1.5 milyon satan haftalık Newsweek dergisinin Barcelona’nın gelmiş geçmiş en iyi futbol takımı olup olmadığıyla ilgili bir yazı yayınlanacağından bahsetmiştim. Avrupa basımında da yer alıyor mudur derken bugün mailime Türkçe çevirisi geldi. Çeviri için Ömer’e sonsuz teşekkür. Bir solukta okudum ve tavsiye ediyorum. Tek kelimeyle MÜKEMMEL!

Barcelona!

Barçalı oyuncular, şiirsel top yetenekleri ve kusursuz atak teknikleriyle tüm zamanların en iyi takımlarını geçtiler mi?

28 Mayıs’ta FC Barcelona ve Manchester United arasında  oynanan şampiyonlar ligi finalinde duyulan bolca tezahürat arasında herhalde çok azı, Londra’nın Wembley’inden Barcelona’nın Plaça de Catalunyasına kadar binlerce Barça taraftarı tarafından alay edilerek tekrarlanan şu tezahürat kadar yankı uyandırmıştır: “Por que,por que,por que,por que?” Neden,neden,neden,neden?

Bu soru bundan bir ay kadar önce Barça’nın ezeli rakibi Real Madrid’in çok tartışılan hocası ve oyunun “ajan provakatörü” Jose Mourinho tarafından sorulmuştu. Mourinho suçlama iması içeren bu soruyu, takımı ligi kaybedip  şampiyonlar ligini de kaybetmeye çok yakın olduğu bir zamanda düzenlediği gergin basın toplantısında sarf etmişti. Mourinho’ya göre Barça’nın kendi takımından başarılı olmasının tek sebebi sahada sergiledikleri tiyatroyla hakemi kendi taraflarına çekebilmeleriydi. Burada ki tiyatrodan kasıt  Barça’lı oyuncuların rakibin her müdahalesinde kendilerini yere atmaları ve sakatlanma numarası yapmaları.

Fakat paranoyak Mourinho’nun şimdi sözlerini geri alması lazım. FC Barcelona İngiliz şampiyonunu 3-1 yenerken kimse kendini yere atmadı ve hakem de taraflı bir tutum göstermedi. Aksine, aralarında herkesin saygı duyduğu Sir Alex Ferguson’un da bulunduğu   futbol yorumcularının belirttiği gibi dünyanın her yerinde maçı izleyenlere güzel bir  sportmenlik dersi verildi. FİFA’ya karşı yöneltilen yolsuzluk suçlamalarıyla futboldaki güç mücadelesinin çirkinleştiği bir haftada   sadece oynanan oyunun konuşulduğu böyle bir maçın oynanması dünyanın her yerindeki futbol severleri memnun etti. Menajerlerin duayeni Ferguson bu takımın 25 yıllık United kariyerinde karşılaştığı en iyi takım olduğunu söyledi.

Bazılarına göre bu ifadenin anlamı bu Barça, Unitedlılara göre tarihlerinin en iyi takımı olarak görülen , içinde adı David Beckham olan yeni yeni parlayan genç bir starı barındıran  ve üç kupa (Premierl lig, FA cup ve şampiyonlar ligi) birden kazanan ilk İngiliz takımı olan 1989-90 kadrosundan kesinlikle daha iyi.

“Güzel oyun”un tutkunlarına göre Barça’nın Manchester United karşısında  sergilediği bu hücum futbolu içinde muazzam yetenek ve olabildiğince az çirkinliğin olduğu ve kalite yönünden futbolun ulaşabileceği en yüksek seviyenin bir gösterisiydi. Barcelona’nın oyununun özü topa sahip olmak (ya da nadiren topu kaybettiklerinde onu geri kazanmak) ve ardından oyuncuların  sürekli hareket halinde top alıp vererek yaptıkları kısa ve isabetli paslardan oluşan karmaşık bir kareografi ile atak yapmak. Londan Times’ın spor yazarı Simon Barnes’ın dediği gibi “Tüm futbol severler  hem estetik bir yanı olan hem de kazanmaya çok uygun bu futbol tarzını hayranlıkla alkışlarken bunu ifade etmek için birden  bale eleştirmenlerine özgü ifadeleri kullanıyor hale  geldiler”.

Maçın içinde United rakibin kendinden çok üstün olduğunun farkına vardı ki bu durum Real Madrid ile birlikte dünyanın en iyi üç takımından biri olarak kabul edilen bir takım için hiç de kolay bir şey değildi. Fakat United ne  topu orta sahada dolaştıran Barça’nın küçük dahilerinin (Xavi Hernandez ve Andres İniesta) temposuna ve isabetli paslarına karşı bir panzehire sahipti ne de   artık gittikçe artan sayıda futbol yorumcusu tarafından tarihin en büyük futbolcusu olarak gösterilen küçük Messi’nin büyüleyici driplinglerini durdurabildiler. Fakat sadece bu üçlü değil, bütün takım etkili olduğu kadar göze de hoş gelen şiirsel bir akıcılıkla hareket ediyordu. Bu takım, 4 uluslararası yeteneğin – Brezilyalı Dani Alves, Arjantinli Mascherano, Fransız Abidal ve eski Valencialı David Villa- küçüklükten beri bir arada olan bir grup futbolcuyla mükemmel uyum sağlamasıyla ortaya çıktı.

Bu takımın hem oyun stili hem de çalışma ahlakı kendisi de  28 Mayısa kadar taraftarlarca Barcelona tarihininin iyisi  olarak kabul edilen takımın  bir üyesi olan teknik direktör Pep Guardiola’nın damgasını taşıyor. Guardiola, klübün kendi yetiştirdiği yeteneklerle yabancı starları bir araya getirip 1992’de klübe ilk Avrupa kupasını getiren Hollandalı Cruyff’a çok şey borçlu olduğunu söylüyor. Cruyff  1971-73 arasında üç kez peş peşe Avrupa kupası kazanan Hollanda şampiyonu Ajax’ta oynarken öğrendiği “total futbol” konseptini Barça’ya getiren kişi olarak biliniyor. Cruyff’un çok yönlü sisteminin temelinde merkezi eksen denilen bir konsept yatıyordu. Bu konsepte göre merkezi bir forvet ve bir serbest merkez orta saha sanki aralarında görünmez bir bağ varmış gibi sürekli iletişim halinde olmalıydılar. Sistem, kaleci de dahil 11 futbolcunun tümünün topu sürekli ileri oynadığı kusursuz bir atak oyunu  sergilemek için geliştirilmişti. Guardiola bunu daha da geliştirip mükemmelleştirdi ve United karşısında emeğinin karşılığını fazlasıyla aldı.

Peki bu Barça ne kadar iyi? Cruyff’un kendisi bu takımın 92 deki kendi rüya takımını geçtiğini kabul ediyor. Peki ya tarihin diğer büyük takımlarıyla karşılaştırırsak onları nereye koyarız?

Klüb seviyesinde eğer Real Madrid bu karşılaştırmadan çekinmiyorsa bunun sebebi kendilerinin uluslararsı futbolun en başarılı klüplerinden biri olmalarından ileri geliyor. Eğer Guardiola koç olarak üç yılda 2 Avrupa kupası kazandıysa Real Madrid bu kupayı 1956-60 arasında üst üste 5 kez kazandı. Real’in o zaman ki başkanı Santiago Barnebau – muhafazakar bir politikacı fakat iş futbola gelince  ileri görüşlü biri – yerel yeteneklerle yabancı yıldızları bir araya getirip bir takım kuran ilk kişiydi. Kurduğu takımın kalitesi Arjantinli Alfredo Di Stefano ve onun hücümda ki partneri Macar Ferenc Puskas’ın sahaya yansıttığı hırs ve yetenekle kendini gösteriyordu. Bu iki oyuncu, o zamandan beri  gelmiş geçmiş en iyi Avrupa kupası finali olarak kabul edilen ve ezici bir galibiyetin alındığı 1960’daki Eintracht Frankfurt maçında atılan 7 golün hepsini atmışlardı.

Sonra Meksika’daki 1970 dünya kupasında ki muhteşem zaferleriyle ortaya çıkan Brezilya. Emektar futbol yazarı Brian Glanville’in dünya kupası tarihiyle ilgili kitabında belirttiği gibi : “ Sıcaklık ve yüksek rakımın getirdiği tüm zorlu koşullara ve rakiplerin  turnuva öncesi dile getirmeye başladığı kendilerine karşı sert ve negatif futbol oynayacakları şeklinde ki tehditlere rağmen  Brezilya, hücum futbolu için yeni umutlar doğuran ve gösteriş, zerafet ve hırs içeren  futbollarıyla kazanmayı bildiler”.  70 dünya kupası özellikle Brezilya’nın süper starı Pele’nin izleyenlere gösterdiği sihirli anlarla hatırlanacaktı. Futbol yaşamının artık sonlarına yaklaşan Pele hayranlık duyduğu İtalya takımına  karşı finalde ülkesini temsil ederek futbol kariyerinin zirvesine çıktı. Sahada ki eşsiz yeteneği ve etkili oyunuyla harika bir gol atarak ve diğer iki golün de hazırlayıcısı olarak önceki 12 yıl boyunca yaptıklarının daha neler yapabileceğinin göstergesi olduğunu bu maçta ortaya koydu.

20 yıl sonra AC Milan kısa bir süreliğine negatif defansif futboldan “total futbol”a geçtiğinde tarihin en iyi takımı olmaya aday olduğunu göstermiş oldu. Hollandalı yeteneklerinin  getirdiği hücum futbolu ile catenaccio olarak bilinen ve yoğun pres anlayışına dayanan İtalyan defansının nadir bir kombinasyonu olan bu takım peş peşe iki kez (1989-90) Avrupa kupasını kazandı.

Bunların yanında daha geriden gelen başka takımlar da var.1974-76 arasının Bayern Münih’i; 1977-81 deki Liverpool  ya da futbol dünyasında genel kabul gören, gerçek mükemmelliğin ölçüsü milli takımlar arasında ki maçlar değil klüp seviyesinde ki maçlardır görüşüne karşın Maradona’nın tarihin en güzel golünü kaydettiği 1986’nın Arjantini; geçen yaz düzenlenen dünya kupasında ki İspanya (8 Barça oyuncusunu içeren).

Bu Barça’nın kendinden önceki büyük takımlardan daha iyi olup olmadığı konusunda kesin bir sonuca varmak, futbolun yıllardır geçirdiği değişim göz önüne alındığında tabi ki imkansızdır. Günümüzde futbolun yıldızları oynadıkları maç sayısının fazlalığı, yoğun idman temposu, endüstrileşme ve bunun sonucu olan medya çılgınlığı gibi  Pele’nin zamanında hayal bile edemiyeceği fiziksel ve mental zorluklarla karşı karşıyalar.

Yine de günümüz Barça’sının gelmiş geçmiş en iyi takım olup olmadığı sorulduğunda Guardiola şöyle cevap veriyor: “ Cruyff’lu Ajaxı , Di Stefano’lu Real’i ya da Pele’li Santosu izlemedim fakat bundan 10-15 yıl sonra, insanlar bizi  bugün oynadığımız futbolla hatırlarsa bu beni çok mutlu eder.”

Jimmy Burns

Burns bir gazeteci ve “Barça: Bir ulusun tutkusu” kitabının yazarıdır.

Sezonun en çok maç yapan takımları

Barcelona… 2 İspanya Süper Kupası, 38 La Liga, 9 İspanya Kupası ve 13 Şampiyonlar Ligi. Toplamda 62 maç. Geçen sezondan 3 maç fazla. Her kulvarda sonuna kadar gidiş ve bir tek İspanya Kupası finalinde Real Madrid’e karşı uzatmada gelen mağlubiyet.

Barcelona’dan sonra sezonun en çok maç yapan iki takımı ise 60’ar maç ile Manchester United ve Villarreal. United Premier League ve Şampiyonlar Ligi dışında 5 FA Cup, 3 Lig Kupası ve 1 Community Shield maçı oynayarak bu rakama ulaştı. Villarreal ise 38 La Liga maçının yanısıra 16 Avrupa Kupası maçı ve 6 İspanya Kupası maçı oynadı.

Real Madrid ise 59 maçla 4. sırada. 38 La Liga, 9 İspanya Kupası ve 12 Şampiyonlar Ligi. Geçen sezona oranla 11 maç daha fazla yapmışlar. 58 maç yapan takımlar arasında ise Porto, Arsenal ve Sevilla ile birlikte Beşiktaş da var.

Real Madrid kombine fiyatları

Real Madrid yeni sezon kombine fiyatlarını açıklandı. Abono başlığı altında satılan kombineler sadece La Liga maçları için geçerli. Euro Abono ise hem La Liga hem de Şampiyonlar Ligi. Alabileceğiniz en kral en pahalı kombine doğu tribünde 2.277 euro. Hem Şampiyonlar Ligi maçlarını hem de La Liga maçlarını Bernabeu’da izliyorsunuz. Önünüzde Ronaldo, Higuain, Xabi Alonso filan oynuyor. Onları Jose yönetiyor. Barcelona deplasmana geliyor vs…

Ben ise daha fazla ödeyip Spor Toto Süper Lig izliyorum. Yolu olmayan TT Arena’ya yolculuk yapıyorum. Takımımda Mustafa Sarp oynuyor. Ya da oynuyormuş gibi yapıyor. Adaletin bu mu dünya?

*Üzerine tıklayarak tabloyu yakından inceleyebilirsiniz.

Gary the baseballer?

Futbolu bırakan Gary Neville, Manchester United’ın Amerika turu öncesi Chicago’da. Kırmızı şeytanlar için artık saha içinde değil saha dışında çalışıyor. Yazın oynanacak Chicago Fire-Manchester United maçının pazarlamasını yapıyor. Bu kapsamda beyzbol maçı filan bilimum yerlerde yüzünü gösteriyor.

Dün de White Sox maçı öncesi taraftarlara imza dağıtmış ardından da üzerine formayı geçirip top atmış. Ancak gördüğünüz üzere elinin dümeni pek yok…

link: http://www.youtube.com/watch?v=yInqoNBTLLQ