Kalede şu arkadaş olmasa Galatasaray maçlarını o kadar rahat maç izleyeceğim ki anlatamam. Sezon başından beri kaleye yaklaşan her topta beni strese sokuyor bu adam. Bir maçta bile kritik takımı kurtaran bir kurtarış yaptığını hatırlamıyorum. Yabancı hakkımızdan birini böylesine sıradan bir kaleci için kullanıyor olmamız çok acı. En çok da Aykut ve Ufuk’a üzülüyorum bu adamın arkasında bekledikleri için. Bugün yediği golde de halı sahada değişmeli kaleye geçen ve gelen toplarda pişecek diye korkan elemanları anımsattı bana. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama yediği gol yetmedi bir de kırmızı kart görüp bizi 3 puandan edecekti Franco. Vakit geçirmekten sarı kart gördüm yetmez bir de alkış tutayım ikinci sarı gelsin dedi. Şanslıymış ki hakemin gözünden kaçtı. Rijkaard bile kulübeden fırlayıp “Leo no!” diye bağırdı. O an kırmızıyı görse 3 değişiklik hakkı da kullanılmış yeni transferlerden birini koyardık artık kaleye…
Yeni transferler demişken Jo’yu izlerken keşke şu adam Avrupa’da oynayabilseydi diye bütün maç iç geçirdim. Kaç maçtır ağırlaşmış Nonda’yı izledikten sonra hareketli, çapraz koşulu, çalımlı Jo’yu izlemek keyif ve ümit verdi bana. Neill ise defanstan top çıkarırken çok hata yaptı ama onun dışındaki müdahaleleri yerindeydi. Gio hakkında ise birşey söylemek için şimdilik erken. Bulduğu az sürede yetenekliyim ben dedi ama onu biz zaten biliyoruz. Yeni transfer değil ama kadroda yeni yeni yer bulmaya başlayan Emre Çolak ise ilk 11’de başladığı maçta hiç mi hiç sırıtmadı. Tek problemi fiziksel. Yetenekli ve akıllı ancak henüz çok güçsüz. İkili mücadelelerde çok zayıf kalıyor. Biraz genişleyip yere sağlam bastı mı çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum.
Avrupa’nın üst düzey liglerinde mücadele eden takımlar arasında galibiyeti olmayan tek takım Denizlispor’dan 3 puan almamak çok büyük sürpriz olurdu. Aslına bakarsanız 2-1’lik galibiyet bile yeterli değildi benim için. Daha fazlasını bekliyordum. Sakatların da geri dünüşüyle daha gollü, gümbür gümbür gelen bir Galatasaray’ı önümüzdeki maçlarda görmek umuduyla…