Neymar mı Aguero mu?

Real Madrid resmi yayın organı Marca, başkan Florentino Perez’in 10. bomba transfer kim olmalı diye soruyor. Figo, Zidane, Ronaldo, Beckham, Owen, Kaka, Cristiano, Benzema ve Xabi Alonso’dan sonra kim gelecek? Ya Neymar ya da Aguero.

Aguero transferim Copa America’dan sonra netleşecek diyor. Kayınpederi Maradona Aguero Real Madrid’e yakışır diyor. Neymar içinse geçen hafta Real’e 5 yıllık imza attı bile denildi ancak dedikodudan öteye gitmedi. Muhtemelen onun da Santos’ta kalıp kalmayacağı Copa America’dan sonra belli olacak. Anlayacağız bekleyen derviş muradına ermiş gibi bir durum var. Real taraftarı biraz daha sabredecek.

Şahsi fikrim ise Aguero Real’de çok daha başarılı olur ama bir Barcelona’lı olarak Neymar gelsin derim. Sirk topçusu gibi ikinci bir Robinho vakası oldukça mümkün.

Tatilde boş durmak yok

Yeni sezonun ilk resmi maçı 14 Ağustos’ta El Clasico olunca Mourinho işi sıkı tutuyor. Marca’nın haberine göre Mourinho tatile çıkan oyuncularına hazırlık kampı öncesi birer program vermiş ve İspanya Super Kupa finalinde fiziksel açıdan üst düzeyde olabilmek için bu uygulanacak demiş.

İlk 12 gün tamamen rahatlayın. Özgürce yiyin için… 13. günden itibaren koşulara başlayın, günde 300 mekik çekin ve yediklerinize içtiklerinize dikkat edin. 20. günden itibaren tenis, basketbol ya da yüzme gibi aktiviteler yapın ve 11 Temmuz sabahı antreman tesislerimiz Valdebebas’ta olun.

Yalnız programdaki tek istisna dizinde sakatlığı bulunan bizim Nuri için. Nuri 2 Temmuz’da yani takım arkadaşlarından 1 hafta önce çalışmalara başlıyor. O diz ya güçlenecek ya güçlenecek!

Tek fotoğrafta tüm fauller

Fotoğrafçı Peter Langenhahn kendine has zeitwinkel (zaman açısı) adını verdiği bir teknikle inanılmaz detaylar barındıran ve bir nevi zamanı büken fotoğraflar çekiyor. Yukarıda gördüğünüz Fair Play adlı eserinde bir maçtaki tüm faulleri bir fotoğraf karesine sığdırmış. 400 x 200 cm’e kadar detay kaybı olmadan basılabilen fotoğrafların kaç megapiksel olduğunu siz düşünün artık.

3000 civarında kareyi üç ay gibi bir zaman zarfında birleştirip, 100 GB’lık tek bir fotoğraf haline getirdikten sonra bilgisayara kaydetmesi altı saat civarında sürüyormuş zaten…

Ağustos ayında Almanya’nın Dresden kentindeki Ostrale’11 fuarında sergilendikten sonra tanesini 1200 Euro’dan duvarınıza asabilirsiniz. 4 metreye 2 metre duvarınız varsa tabii…

Deutsche Welle’nin konu hakkında yaptığı videoya da bir bakın derim:

video link: http://www.youtube.com/watch?v=0HBn7TMWf7k

Neymar Pele’nin izinde

Pele ve 1958’deki saç modeli = Neymar ve 2011’deki saç modeli.

Bu arada dün İtalyan medyası Neymar’ın Real’e 5 yıllık imza attığını ve Santos’a 40 milyon euro bonservis ödeneceğini iddia etti. Neymar ise bu haberleri yalanladı. Oyuncu Brezilya’lı kulüp İspanyol ilk iddia İtalyanlardan. Enteresan. Kokusu çıkar yakında.

Kanu ve arkadaşları

Dün Nijerya’da Kanu’nun gecikmeli jübilesi vardı. Kanu’nun arkadaşları Super Eagles All Stars ile karşılaştı. Essien, Eto’o, Song, Appiah, Adebayor ve diğer bir çok ünlü Afrika’lının forma giydiği maçtan elde edilen gelir bir kalp hastalıkları vakfına gidiyor. Kalbi delik Kanu’dan anlamlı hareket. Bu arada Kanu denilince aklıma gelen ilk sahne 2000 UEFA Kupası finali ve Suat’ın Kanu’nun formaya yakadan asılışı.

Adebayor’a da ayrı parantez. T-Shirt’üne hasta oldum!

Newsweek Barcelona

Amerika’da ortalama 1.5 milyon satan haftalık Newsweek dergisinin Barcelona’nın gelmiş geçmiş en iyi futbol takımı olup olmadığıyla ilgili bir yazı yayınlanacağından bahsetmiştim. Avrupa basımında da yer alıyor mudur derken bugün mailime Türkçe çevirisi geldi. Çeviri için Ömer’e sonsuz teşekkür. Bir solukta okudum ve tavsiye ediyorum. Tek kelimeyle MÜKEMMEL!

Barcelona!

Barçalı oyuncular, şiirsel top yetenekleri ve kusursuz atak teknikleriyle tüm zamanların en iyi takımlarını geçtiler mi?

28 Mayıs’ta FC Barcelona ve Manchester United arasında  oynanan şampiyonlar ligi finalinde duyulan bolca tezahürat arasında herhalde çok azı, Londra’nın Wembley’inden Barcelona’nın Plaça de Catalunyasına kadar binlerce Barça taraftarı tarafından alay edilerek tekrarlanan şu tezahürat kadar yankı uyandırmıştır: “Por que,por que,por que,por que?” Neden,neden,neden,neden?

Bu soru bundan bir ay kadar önce Barça’nın ezeli rakibi Real Madrid’in çok tartışılan hocası ve oyunun “ajan provakatörü” Jose Mourinho tarafından sorulmuştu. Mourinho suçlama iması içeren bu soruyu, takımı ligi kaybedip  şampiyonlar ligini de kaybetmeye çok yakın olduğu bir zamanda düzenlediği gergin basın toplantısında sarf etmişti. Mourinho’ya göre Barça’nın kendi takımından başarılı olmasının tek sebebi sahada sergiledikleri tiyatroyla hakemi kendi taraflarına çekebilmeleriydi. Burada ki tiyatrodan kasıt  Barça’lı oyuncuların rakibin her müdahalesinde kendilerini yere atmaları ve sakatlanma numarası yapmaları.

Fakat paranoyak Mourinho’nun şimdi sözlerini geri alması lazım. FC Barcelona İngiliz şampiyonunu 3-1 yenerken kimse kendini yere atmadı ve hakem de taraflı bir tutum göstermedi. Aksine, aralarında herkesin saygı duyduğu Sir Alex Ferguson’un da bulunduğu   futbol yorumcularının belirttiği gibi dünyanın her yerinde maçı izleyenlere güzel bir  sportmenlik dersi verildi. FİFA’ya karşı yöneltilen yolsuzluk suçlamalarıyla futboldaki güç mücadelesinin çirkinleştiği bir haftada   sadece oynanan oyunun konuşulduğu böyle bir maçın oynanması dünyanın her yerindeki futbol severleri memnun etti. Menajerlerin duayeni Ferguson bu takımın 25 yıllık United kariyerinde karşılaştığı en iyi takım olduğunu söyledi.

Bazılarına göre bu ifadenin anlamı bu Barça, Unitedlılara göre tarihlerinin en iyi takımı olarak görülen , içinde adı David Beckham olan yeni yeni parlayan genç bir starı barındıran  ve üç kupa (Premierl lig, FA cup ve şampiyonlar ligi) birden kazanan ilk İngiliz takımı olan 1989-90 kadrosundan kesinlikle daha iyi.

“Güzel oyun”un tutkunlarına göre Barça’nın Manchester United karşısında  sergilediği bu hücum futbolu içinde muazzam yetenek ve olabildiğince az çirkinliğin olduğu ve kalite yönünden futbolun ulaşabileceği en yüksek seviyenin bir gösterisiydi. Barcelona’nın oyununun özü topa sahip olmak (ya da nadiren topu kaybettiklerinde onu geri kazanmak) ve ardından oyuncuların  sürekli hareket halinde top alıp vererek yaptıkları kısa ve isabetli paslardan oluşan karmaşık bir kareografi ile atak yapmak. Londan Times’ın spor yazarı Simon Barnes’ın dediği gibi “Tüm futbol severler  hem estetik bir yanı olan hem de kazanmaya çok uygun bu futbol tarzını hayranlıkla alkışlarken bunu ifade etmek için birden  bale eleştirmenlerine özgü ifadeleri kullanıyor hale  geldiler”.

Maçın içinde United rakibin kendinden çok üstün olduğunun farkına vardı ki bu durum Real Madrid ile birlikte dünyanın en iyi üç takımından biri olarak kabul edilen bir takım için hiç de kolay bir şey değildi. Fakat United ne  topu orta sahada dolaştıran Barça’nın küçük dahilerinin (Xavi Hernandez ve Andres İniesta) temposuna ve isabetli paslarına karşı bir panzehire sahipti ne de   artık gittikçe artan sayıda futbol yorumcusu tarafından tarihin en büyük futbolcusu olarak gösterilen küçük Messi’nin büyüleyici driplinglerini durdurabildiler. Fakat sadece bu üçlü değil, bütün takım etkili olduğu kadar göze de hoş gelen şiirsel bir akıcılıkla hareket ediyordu. Bu takım, 4 uluslararası yeteneğin – Brezilyalı Dani Alves, Arjantinli Mascherano, Fransız Abidal ve eski Valencialı David Villa- küçüklükten beri bir arada olan bir grup futbolcuyla mükemmel uyum sağlamasıyla ortaya çıktı.

Bu takımın hem oyun stili hem de çalışma ahlakı kendisi de  28 Mayısa kadar taraftarlarca Barcelona tarihininin iyisi  olarak kabul edilen takımın  bir üyesi olan teknik direktör Pep Guardiola’nın damgasını taşıyor. Guardiola, klübün kendi yetiştirdiği yeteneklerle yabancı starları bir araya getirip 1992’de klübe ilk Avrupa kupasını getiren Hollandalı Cruyff’a çok şey borçlu olduğunu söylüyor. Cruyff  1971-73 arasında üç kez peş peşe Avrupa kupası kazanan Hollanda şampiyonu Ajax’ta oynarken öğrendiği “total futbol” konseptini Barça’ya getiren kişi olarak biliniyor. Cruyff’un çok yönlü sisteminin temelinde merkezi eksen denilen bir konsept yatıyordu. Bu konsepte göre merkezi bir forvet ve bir serbest merkez orta saha sanki aralarında görünmez bir bağ varmış gibi sürekli iletişim halinde olmalıydılar. Sistem, kaleci de dahil 11 futbolcunun tümünün topu sürekli ileri oynadığı kusursuz bir atak oyunu  sergilemek için geliştirilmişti. Guardiola bunu daha da geliştirip mükemmelleştirdi ve United karşısında emeğinin karşılığını fazlasıyla aldı.

Peki bu Barça ne kadar iyi? Cruyff’un kendisi bu takımın 92 deki kendi rüya takımını geçtiğini kabul ediyor. Peki ya tarihin diğer büyük takımlarıyla karşılaştırırsak onları nereye koyarız?

Klüb seviyesinde eğer Real Madrid bu karşılaştırmadan çekinmiyorsa bunun sebebi kendilerinin uluslararsı futbolun en başarılı klüplerinden biri olmalarından ileri geliyor. Eğer Guardiola koç olarak üç yılda 2 Avrupa kupası kazandıysa Real Madrid bu kupayı 1956-60 arasında üst üste 5 kez kazandı. Real’in o zaman ki başkanı Santiago Barnebau – muhafazakar bir politikacı fakat iş futbola gelince  ileri görüşlü biri – yerel yeteneklerle yabancı yıldızları bir araya getirip bir takım kuran ilk kişiydi. Kurduğu takımın kalitesi Arjantinli Alfredo Di Stefano ve onun hücümda ki partneri Macar Ferenc Puskas’ın sahaya yansıttığı hırs ve yetenekle kendini gösteriyordu. Bu iki oyuncu, o zamandan beri  gelmiş geçmiş en iyi Avrupa kupası finali olarak kabul edilen ve ezici bir galibiyetin alındığı 1960’daki Eintracht Frankfurt maçında atılan 7 golün hepsini atmışlardı.

Sonra Meksika’daki 1970 dünya kupasında ki muhteşem zaferleriyle ortaya çıkan Brezilya. Emektar futbol yazarı Brian Glanville’in dünya kupası tarihiyle ilgili kitabında belirttiği gibi : “ Sıcaklık ve yüksek rakımın getirdiği tüm zorlu koşullara ve rakiplerin  turnuva öncesi dile getirmeye başladığı kendilerine karşı sert ve negatif futbol oynayacakları şeklinde ki tehditlere rağmen  Brezilya, hücum futbolu için yeni umutlar doğuran ve gösteriş, zerafet ve hırs içeren  futbollarıyla kazanmayı bildiler”.  70 dünya kupası özellikle Brezilya’nın süper starı Pele’nin izleyenlere gösterdiği sihirli anlarla hatırlanacaktı. Futbol yaşamının artık sonlarına yaklaşan Pele hayranlık duyduğu İtalya takımına  karşı finalde ülkesini temsil ederek futbol kariyerinin zirvesine çıktı. Sahada ki eşsiz yeteneği ve etkili oyunuyla harika bir gol atarak ve diğer iki golün de hazırlayıcısı olarak önceki 12 yıl boyunca yaptıklarının daha neler yapabileceğinin göstergesi olduğunu bu maçta ortaya koydu.

20 yıl sonra AC Milan kısa bir süreliğine negatif defansif futboldan “total futbol”a geçtiğinde tarihin en iyi takımı olmaya aday olduğunu göstermiş oldu. Hollandalı yeteneklerinin  getirdiği hücum futbolu ile catenaccio olarak bilinen ve yoğun pres anlayışına dayanan İtalyan defansının nadir bir kombinasyonu olan bu takım peş peşe iki kez (1989-90) Avrupa kupasını kazandı.

Bunların yanında daha geriden gelen başka takımlar da var.1974-76 arasının Bayern Münih’i; 1977-81 deki Liverpool  ya da futbol dünyasında genel kabul gören, gerçek mükemmelliğin ölçüsü milli takımlar arasında ki maçlar değil klüp seviyesinde ki maçlardır görüşüne karşın Maradona’nın tarihin en güzel golünü kaydettiği 1986’nın Arjantini; geçen yaz düzenlenen dünya kupasında ki İspanya (8 Barça oyuncusunu içeren).

Bu Barça’nın kendinden önceki büyük takımlardan daha iyi olup olmadığı konusunda kesin bir sonuca varmak, futbolun yıllardır geçirdiği değişim göz önüne alındığında tabi ki imkansızdır. Günümüzde futbolun yıldızları oynadıkları maç sayısının fazlalığı, yoğun idman temposu, endüstrileşme ve bunun sonucu olan medya çılgınlığı gibi  Pele’nin zamanında hayal bile edemiyeceği fiziksel ve mental zorluklarla karşı karşıyalar.

Yine de günümüz Barça’sının gelmiş geçmiş en iyi takım olup olmadığı sorulduğunda Guardiola şöyle cevap veriyor: “ Cruyff’lu Ajaxı , Di Stefano’lu Real’i ya da Pele’li Santosu izlemedim fakat bundan 10-15 yıl sonra, insanlar bizi  bugün oynadığımız futbolla hatırlarsa bu beni çok mutlu eder.”

Jimmy Burns

Burns bir gazeteci ve “Barça: Bir ulusun tutkusu” kitabının yazarıdır.